Metallica Slipknot Evanescence Korn
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Metallica Slipknot Evanescence Korn

Metallica Slipknot Evanescence Korn Fanları Buraya
 
AnasayfaPortalLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 James Hetfield Roportaj-Don't Tread On Me..

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
XxprincessxX
Aday
Aday
XxprincessxX


Mesaj Sayısı : 18
Kayıt tarihi : 19/03/08

James Hetfield Roportaj-Don't Tread On Me.. Empty
MesajKonu: James Hetfield Roportaj-Don't Tread On Me..   James Hetfield Roportaj-Don't Tread On Me.. Icon_minitimePerş. Mart 20, 2008 3:31 pm

Metallica on yıldan fazla bir süredir insanların başını döndürmekle meşgul. Başlangıçta, grubun ilk demo kayıtlarında ve 1983 tarihli debut albümleri Kill'em All'da sadece kas ve hızın kışkırtıcı evliliğinden etkilenmiş heavy-metalcilerdi. Sonra, Hetfield'ın idam ("Ride the Lightning"), ergenlik öfkesi ("Seek and Destroy") ve intihar ("Fade to Black") üzerine yazdığı sözlerde kendi şişelenmiş öfkelerinin ve özgüvensizliklerinin yankılarını duyan ve çığ gibi büyüyen çevreleriyle uyumsuz gençler kitlesi. Bugün Metallica fenomeninin boyutları nefes kesici boyutlarda. 1991 tarihli "Black' albüm 6 milyondan fazla sattı ve şu anki dünya turneleri Haziran'da sonra erdiğinde, grup üyeleri neredeyse iki yıllarını aralıksız yollarda geçirmiş olacaklar.
Başlangıçta, Hetfield utana sıkıla itiraf ediyor, "Bir grupta olduğun zaman, herkes tarafından tanınman gerektiğini düşünürdüm, bir dükkana girdiğinde, birinin "Hey, sen Metallica'dasın' diyeceğini." Şimdi artık neredeyse her gün bu başına geldiği için, diğer rüyasından bahsediyor, Tanrı'nın bile unuttuğu bir yerde bir çiftlik sahibi olmak. Turne aralarında San Francisco'nun dışında bir arkadaşına ait bir yere kaçıyor. "Dört-çeker olmadan ulaşması oldukça zor bir yer," diyor. "Öylece terasta oturup içiyoruz, çalıyoruz. Hep diyorum ki, "Hadi hep burada kalalım, bizi özlemezler. Belki de bir posta güverciniyle bir demo kasedi ve şöyle küçük bir not yollarım: İşte yeni besteler."

Hetfield gürültülü bir kahkaha atıyor. "Bu harika olurdu," diye iç geçiriyor, "görünmeden müzik yapabilmek."


SORU: Son iki yılda birkaç kez konserinize gittim, ve en iyi bölümlerden biri "Seek and Destroy"daki seyirciyle birlikte söyleme olayı, aşağı atlayıp ön sıralardaki çocuklara sarıldıktan sonra senin suratına "seek and destroy" diye bağırmaları. Bu gerçekten heavy-metal erkeklik bağının son noktası.

J: Nasıl biri olduğuna bağlı. Bazıları donup kalıyor. Bazıları gerçekten havaya girip bana yapışmak, bir giysi parçası ya da kurt kolyemi almak istiyorlar. Öyle bir durum varsa bu yüzüğü alıyorlar [yumruk yaptığı sağ elindeki gümüş kafatası yüzüğünü sallayıp gülüyor].

Ama fiziksel temas gerçekten çok iyi geliyor. Bu garip, çünkü ben aslında temas seven biri değilimdir. İnsanların bana dokunmasından hoşlanmam. İnsanlara dokunmaktan da hoşlanmam, kız arkadaşım veya tanıdığım biri değilse tabi. O konuda pek sıcak değilim. İnsanlar öyle yakın olduğu zaman çok garipsiyorum. Konuşurken dokunmak zorunda olduklarında. Söyledikleriyle dikkatini çekmek yerine fiziksel temasla kendilerini sevdirmeye çalışıyorlar gibi geliyor.


SORU: Buna rağmen konserdeki temastan rahatsız olmuyorsun?

J: Çok basit. Kendimizi seyirciden ayırmayı sevmiyoruz. Biz müzik yapıyoruz, onlar da müziğimizi seviyorlar. Neden bir soyutlanma olsun ki? Benim için böyle yapıp [orta parmağını kaldırıyor] "Siktirin" demek çok kolay olurdu. Bu, işin kolayına kaçmak.

SORU: Metallica'nın başarısının büyüklüğünü ilk ne zaman fark ettin?

J: Ben kendi başıma fark etmedim. Diğerleri sayesinde oldu. Benim bir apartman dairem vardı, ve onlar ev kiralamaya başladılar. O zaman, tamam dedim, ben de ev kiralayabilirim. Sonra gidip kendilerine ev aldılar.

Oturup muhasebecimle elimde ne kadar olduğu ve daha ne kadar olabileceği konusunda konuşmam. Rahat yaşarım. Hoşuma giden şeyleri alırım. Ama tamamen sorumluluğunu alabileceğim şeyler almayı tercih ediyorum. Yağımı kendim değiştiririm. İnsanların artık yapmadığı, sahip çıkman gereken gerçek şeyler var. Ve bu onları hayattaki normal şeylerden ayırıyor.


SORU: Geçen yıl Guns n'Roses'la yaptığınız turnede normal olan pek fazla şey yoktu. Mesela, gece açılış videonuzda, Kirk Hammett'ın kameraya kıçını gösterip "İşte Guns n'Roses turnesi hakkında düşündüğüm bu" dediği bir sahne var. Sen bu konuda ne düşünmüştün?

J: Bu Kirk'ün üslubu. Bir şey söylemeden bir şey söylemek. Aslında, kıçını kameraya silmeliymiş o videoda. [gülüyor]. Her gece seyretmesi pek hoş değil.

Turneden zevk aldım mı? [uzun bir sessizlik] Farklıydı. İyi bir fikirdi. Neler getireceği hakkında hiç bir fikrimiz yoktu. Değişik bir grup tipi onlar - ve "grup" kelimesini öylesine kullanıyorum. Bir adam ve diğer başka adamlardan oluşuyor. Guns n'Roses'tan biraz daha progresif ve sert olduğumuzu göstermek istemiştik. Ve bunu kendi yöntemimizle yapmayı. Ama devam etmek zordu, Axl ve onun tavırlarıyla uğraşmak. Bir daha yapmak isteyeceğimiz bir şey değil.

SORU: Son Metallica home video 'sunda o turneden bir sahne var, yüksek sesle Guns n'Roses turne rider'ından [Ç.N. : rider = konser ve benzeri organizasyonlarda, sanatçıların teknik isteklerini, sahne yerleşimlerini gösteren teknik liste.] bölümler okuyorsun - biraz alaycı bir tonlamayla.

J: Evet, Metallica mizahı. Ne yazdığı pek önemli değildi. Sadece Axl'ın kendi rider'ı olması komikti. Anlamak zor. Kendi soyunma odası olduğunu gördüğümüz zaman da anlamakta güçlük çekmiştim.

SORU: Montreal'deki konser bir felaketti. Kendi alev efektlerinizden biri yüzünden hastaneye kaldırıldın, ve Guns n'Roses konseri kısa kesince seyirci ayaklandı. Alevlere nasıl yakalandın?

J: Yeni bir pyro (pyro = konserlerdeki yapay alev gösterilerinin genel adı) seti almıştık, ve pyrolardan sorumlu görevlimiz "Bunlar uzak köşelerde olacak" demişti. Söylemediği şey şuydu: "her zaman şu noktada olana ek olarak." Eskilerin de hala orada olduğunu kendim keşfettim. Gitar çalıyordum - ve birdenbire artık gitar çalmıyordum. "Fade to Black" sırasında oldu.

SORU: Ne uyumlu?

J: "Hand to Black" ("Kararan El") daha uygun. Şöyle bir espri vardı: "Fade to Black"in sözleri nasıl başlıyordu? "Ha..iktir! Aaaaargh!"

Talihsizlikler ard arda gelmişti. Axl'ın sesi kısılmıştı, o yüzden ara verilmişti. Ben Meksika'ya gittim, bir barda biraz fazla tekila içip bir kavgaya karıştım ve kafamda bir şişe kırdılar. Hala yara izleri duruyor. Sonra Axl'ın sesi düzeldi, turneye döndük, ve Montreal ilk durağımızdı. Ve orada bunlar oldu işte.


SORU: O gece çıkan isyandan ne zaman haberin oldu?

J: Hastanedeydim. Beni uyuşturmuşlardı. O yüzden bizim için çalışan birini gönderip radyomu aldırdım. İstasyonlar arasında geziyordum, birden şunu duydum: "James Hetfield yandı, ve isyan çıktı.." Anlayamamıştım, "Ne? Nası yani?" demiştim.

SORU: Sana olanlar yüzünden, ne olursa olsun Axl Rose'un konsere devam etmesi gerekirdi diye düşünüyor musun?

J: Ben bir vokalistim. Nasıl olduğunu bilirim. Eğer sesiniz formda olmamasına rağmen söylemeniz gerekiyorsa, havaya giremezsiniz. Monitörlere veya herhangi bir şeye sinirlendi. Bir sebepten dolayı, yeterli ses alamadı, sesini zorladı, ve yine de olmuyordu. Sinir krizine girdi, ve o noktada bitti. Beni hayalkırıklığına uğratmıştı. Çünkü konsere devam ederek birçok insanı kazanabilirdi. Ve o tam tersini yapıp yangına körükle gitti, insanların hayatını tehlikeye attı. O tavrı yüzünden bir sürü gereksiz şiddet olayı oldu. Halbuki harika bir gece yaşatabilirdi.

SORU: Tipik Metallica hayranını nasıl betimlersin?

J: Son zamanlarda gerçekten farklılaştı. Fiziksel olarak tanımlayamam. Her çeşit var. En sık rastladığım agresifleşerek problemlerini halletmeyi tercih eden erkek lise öğrencileri. Bankacılar var, şarkı sözlerini seven kızlar, kendi yaşam tarzlarıyla ilgili şarkıları seven avcılar. Ama geçici heveslerden ve trendlerden nefret ediyorum. Moda olan kelimelerden nefret ediyorum. Bu bok yüzünden konserlerimize gelen birçok insan var. Ya gelecek turnede orada olmayacaklar, ya da gerçekten olayın içine girecekler. Bu konuyu pek önemsemiyoruz.

SORU: Sen lisedeyken ne tür bir rock & roll hayranıydın?

J: Aerosmith'e mektuplar yazardım. O zaman gözümde tüm zamanların en iyileriydiler. Şarkı sözlerini isterdim. "Ne söylediğini anlayamıyorum. Lütfen sözleri bana yollar mısınız?" Hepsine yolladım, Steven [Tyler], Joey [Perry], Tom [Hamilton] . Hepsinin isimlerini yazdım mektuplara. Tabi ki, bir cevap bekledim. Olayın büyüklüğü hakkında hiç bir fikrim yoktu. Çünkü onlar benim için çok kişiseldi. Müziklerini hissedebiliyordum, onlar benim arkadaşımdı. Ve hiç bir cevap gelmedi. Draw the Line t-shirt'ü için sipariş formu geldi. Vay be, çok teşekkürler
Müzik olayına girip o insanlarla tanıştığımız zaman, sıradan insanlar olduklarını gördüm. Halkla muhatap olmak konusunda problemleri var. Ama hayranlarımıza nasıl davranmamamız gerektiği konusunda çok şey öğrendim. .



SORU: Cliff Burton( I love you ) gerçek bir kahraman imajına sahip. Konserlerinizde dev ekranda onun resmi göründüğü an, seyircinin tezahüratı insanı gerçekten duygulandırıyor. Cliff nasıl biriydi?

J: Senin gibi alelade bir insan değildi [gülüyor]. Bir karakterdi. Onu ilk defa Los Angeles'ta bir barda görmüştük. Grubu Trauma San Francisco'dan konser için gelmişti. O vahşi soloyu duyduk ve "Sahnede gitarist görünmüyor" dedik. Sonra çalanın wah-wah pedalı ve dağınık saçlarıyla bas gitarist Cliff olduğunu anladık. Orada insanların olması umrunda değildi. Kafası önde, basına bakıp çalıyordu. (Ahh canımm Razz )

Konserden sonra onunla tanıştık. Dedik ki: "Biz bu gruptayız, bir basçı arıyoruz, ve senin çok uygun olduğunu düşünüyoruz. Çünkü sen tam bir psikopatsın." Ve bunun farkındaydı. Onun için sürpriz olmamıştı. Müzik öyle hissetmesini sağlıyordu. Müziği seviyordu. Gerçekten entelektüeldi ama açıksözlüydü. Bana o tavrı konusunda çok şey öğretti.

En sevdiğim fotografı Master of Puppets'ın kapağının içindeki, yüzünde sert bir ifadeyle kameraya orta parmağını gösterdiği fotograf.

Çok büyük bir orta parmağı vardı. Kocaman. Kaldırdığı zaman hemen hemen kameranın içine girerdi. "İşte demek istediğim bu" gibi. Yabani, hippi, acid kullanan, İspanyol paça giyinen biriydi. İşini yaparken kesinlikle ona karışamazdınız. Ben de o saygıya sahip olmak isterdim. Her gün pantolonlarıyla dalga geçerdik. Umrunda değildi. "Bunu giyiyorum. Siktirin." (İşte bu! Very Happy )


SORU: Öldüğü geceyle ilgili ne hatırlıyorsun?

J: Onu gördüm. Gerçekten korkunçtu. O ve ben gece geç yatmıştık - ben votka içiyordum, o en sevdiği şeyi tüttürüyordu. Yattık, ve sonra otobüs sarsılmaya başladı, artık yol üzerinde olmadığımızı anladım. Devrildiğinde acil durum kapısından çıktım, ve bağıran insanları gördüm. Hava buz gibiydi, iç çamaşırlarımızlaydık.

Otobüsün onun üstüne devrilmiş olduğunu gördüm. Dışarıda bacaklarını görebiliyordum. Çok korktum. Şoförün onun altındaki battaniyeyi başkalarına vermek için çekip çıkarmaya çalıştığını hatırlıyorum. Mad "Sakın yapma!" diye bağırdım. Zaten herifi öldürmek istiyordum. Sarhoş muydu yoksa bir buz kütlesine falan mı çarptı bilmiyorum. Bildiğim tek şey, otobüsü o kullanıyordu ve Cliff artık yaşamıyordu. Crying or Very sad (Ben o şöförün..)


SORU: Ölüm konusu üzerine koca bir albüm -- Ride the Lightning - yapmış biri olarak, gerçekten ölümle yüzleşmek nasıl bir duyguydu?

J: Annemin ölümünü yaşamıştım, yani daha önce o duyguyu tatmıştım. Ama şarkıların konusu değişmeyecekti. Ağır bir konu, ve o kaza daha da ağır yaptı. Önceleri, yazmaya başladığımda, "Hey, ben bu şeyler hakkında çok fazla düşünüyorum. Siz?" şeklindeydi. Yazmak içinizdeki sıkıntıyı atmaya yardım eder, milletvekiline veya anne-babanıza bir mektup olabilir. Ya da şarkı sözü yazmak.

Evet, Cliff öldükten sonra bana şu tür şeyler geldi: "Artık öyle sözler yazmayacaksın, değil mi?" Tabi ki yazacağım. Değişen bir şey varsa, artık çok daha gerçek olmasıdır.


SORU: "Dyers Eve" ve "Leper Messiah" gibi şarkılarda, çocukluğunun ve dini yetiştirilme tarzının karanlık tarafına kayıyorsun.

J: "Dyers Eve" ailemin mensup olduğu "Hıristiyan Bilim" mezhebinde benim yaşadığım gibi, korumak adına dış dünyadan soyutlanmış bir çocuğu anlatıyor. Bu beni okuldaki çoğu çocuğa yabancılaştırdı. Futbol gibi bir şeyle uğraşmak istediğimde mesela. Bir doktordan sağlık raporu alman gerekirdi, ve ben "Ben buna inanmıyorum, bundan muhaf olduğumu söyleyen küçük bir kağıt var elimde" derdim.

Bir şekilde, kurallara karşı gelmekti, ki bunu severdim. Ama bir çocuk olarak, diğerlerinden farklı olmak beni çok yıprattı. Çetenin bir parçası olmak istiyorsun, onların yaptıklarını yapmak istiyorsun. Sağlık dersinde, ayağa kalkıp ailenin bunları öğrenmeni istemediğini söylemek zorunda olmak istemiyorsun.


En son XxprincessxX tarafından Perş. Mart 20, 2008 3:41 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
XxprincessxX
Aday
Aday
XxprincessxX


Mesaj Sayısı : 18
Kayıt tarihi : 19/03/08

James Hetfield Roportaj-Don't Tread On Me.. Empty
MesajKonu: Geri: James Hetfield Roportaj-Don't Tread On Me..   James Hetfield Roportaj-Don't Tread On Me.. Icon_minitimePerş. Mart 20, 2008 3:40 pm

SORU: Annen ve baban koyu Hıristiyan Bilimciler miydi?

J: Evet, oldukça koyu. Bir sorun olduğunda, bir pratisyen bulurlardı, Kutsal Kitap'ta probleminizle ilgili bölümü bulan kişi yani. Kesinlikle anlam veremiyordum. Ve hiç bir işe de yaramıyordu. Kiliseden bir kız çocuğu kolunu kırdığında, alçıya aldırmıyorlardı. Doğanın ellerine bırakıyorlardı. Koluna bakmıştım, ve sanki iki dirseği varmış gibi duruyordu. "Bu doğru değil, artık böyle şeyleri tedavi edecek bilgimiz var bizim" diye düşünüyordum. Herşeyin doğal yollarla olması hoşuma gider. İnsan müdahalesi yerine birçok şeyin doğanın ellerine bırakılması gerektiğini düşünüyorum. Ama eminim ki bir geyik kırık bacağını tedavi etmeyi bilseydi, ederdi.

SORU: Babanla ilişkin ne zaman kesildi?

J: Boşanma. Babam iş gezilerine çıkardı. "Babam gitti, ne zaman gelecek?" Bu sefer, bir süre bana yalan söylendi. Ve sonunda, "Hayır, hiç gelmeyecek." Bir süre neden bizi bırakıp gittiğini, neden hiç destek olmadığını merak ettim. Hala birçok cevapsız kalmış soru var. Yani, birinden bu şekilde sonsuza kadar nefret edebilirsiniz. Artık o kadar kötü değiliz. Beraber takılıyoruz ve iyi zaman geçiriyoruz - ava gitmek, bu tarz şeyler. On yıl sonra - ya da kaç yılsa - onunla tekrar karşılaştıktan sonra, onda kendimden çok şey gördüm. Ve bu çok garipti.

SORU: Baban şarkılarının kendisini veya senin çocukluğunla ilgili duygularını ne kadar fazla içerdiğinin farkında mı?

J: Bilmiyorum. O konuda konuşmuyoruz, çünkü hiç şüphe yok ki tartışmaya başlarız. Durum oldukça iyi, ve ben suyu bulandırmak istemiyorum. Biliyor diye düşünüyorum. Şarkı sözlerini inceliyor mu bilmiyorum. Sadece biliyor ki oğlu oralarda bir yerde canının istediğini yapıyor. Onunla nedenler ve neredeler hakkında teknik şeylere girmek istemiyorum. Geçmiş her zaman işleri berbat eder - her zaman.

SORU: Lars Ulrich'le ilişkini nasıl tanımlarsın? Grubu onunla kurdun ve on yılı aşkın bir süredir beraber çalışıyorsunuz.

J: Rock & roll hayatını bir yaşam tarzı olarak bizden daha fazla benimsedi. Her üye grubu kendi sınırları içerisinde seviyor. Ama herkes Lars gibi sürekli yüzde yüz Metallica olsaydı, kesinlikle yürümezdi. Boş zamanında evde otururken bile röportaj verebilecek biri o. Neden bilmiyorum.

İkimiz arasında derin bir saygı var. Birbirimize bir sürü pislik de yapıyoruz. Küçük fısıldamalar, küçük oyunlar ve ufak pislikler. Ama bir problem sözkonusu olduğunda, ciddi bir sorun olduğunda, birbirimize açık oluyoruz, ve saçmalıklara yer olmuyor. Konuşulması gereken ciddi bir şey varsa, diğer üyelerle veya başka biriyle konuşulmuyor. Yazılı olmayan bir kanun gibi. Ve bu kesinlikle hoşuma gidiyor.


SORU:
Kirk Hammett bana demişti ki - özellikle şarkı yazma konusunda - grupta senin veto hakkın varmış. Bir riff'i beğenmezsen, senden geçemezmiş.

J: Bir riff duyup beğenirsen, tamamdır. Kötüyse, kötüdür. Lars ve ben ilk günden beri şarkı yazan takım olageldik, bu yüzden diğerleri buna saygı duyuyor. Bu onların daha iyi şeylerle gelmelerini sağlıyor. Daima birbirimizi şaşırtacak şeyler bulmak için uğraşıyoruz. Ama Lars ve ben bunu kendimiz yapmak zorundayız. O noktada dört kişi bulunması imkansız.

SORU: Nasıl oluyor da hiç seks hakkında şarkı yazmadınız? Her rock grubu en az bir tane yazar.

J: Seks yaptık. Hallettik. Sevişmek için bu işe girmedik. Aklımızdaki şey bu değildi.

SORU: Aklınızdaki neydi?
J: İlk albüm, Kill'Em All, bildiğimiz şeylerdi - kafanı salla, ara ve yok et, sarhoş ol, kırıp dök. Kulüplere girmek için düzgün gözükmen ve kabarık, yumuşak saçlara sahip olman gereken şekilci L.A. tarzıyla ilgiliydi çoğu. Biz çalıyorduk, ve insanların yüzünde o kayıp ifade vardı. "Ya sizin sorununuz ne? Bana hareket çekin, tükürün, bağırın, gülümseyin, birşeyler yapın" diyorduk. O günlerde kimsenin umrunda değildi. Bu bizi kızdırıyordu.

SORU: Kırıp dökmekten "Ride the Lightning"teki idam cezasına veya "Fade to Black"teki genç intiharına geçişin kaynağı neydi?

J: Sadece bazı sosyal konulara girmek istedik. İdam cezası büyük bir soruydu, ve elektrikli sandalye. Bu çok ağır. Ya siz olsaydınız, yanlışlıkla? O şarkı bunun hakkında, kaza eseri suçlu bulunmak ve geri dönüşü olmadan idama mahkum olmak. Kendimi farklı insanların yerlerine koyup onların duygularını yansıtma meselesiydi sadece.

SORU: Hayranların o şarkılara tutkulu tepkisi seni şaşırttı mı?
J: O sözler çıktıktan sonra kendimi çok daha yetenekli hissettim. Bazen o şeyleri benim yazmış olduğum aklıma gelmiyor bile. Ama "Fade to Black" iyi ve kötü tepkiler aldı. Sansür olayı başladığında, saldırdıkları şarkılardan biriydi.Garajda egsoz gazıyla intihar etmiş çocuklarını yanlarında bu şarkı sözleriyle bulan aileler. İnsanlar kendi hataları için müzik gruplarına dava açmayı denediler.

Ama "'Fade to Black' hayatımı kurtardı" diyen birsürü mektup aldık - hala da alıyoruz. Ama onları kimse okumak istemez. Çok güzel, çok sıkıcı.


SORU: "Fade to Black"in çıkış noktası neydi?

J: Çok üzgündük. İlk Avrupa turnemize çıkmak üzereydik, ve aletlerimiz çalınmıştı. Ekipmanımız yoktu, ve Avrupa yolculuğu iptal edildi. New Jersey'de başıboş kalmıştık.

SORU: Bayağı iyi bir sıçrama, çalınan ekipman yüzünden boşta kalmaktan intihar etmeye.
J: En sevdiğim Marshall amplimdi! [Gülüyor] Gerçekten kendimi öldürmeyi düşünmediğimden eminim. Hayattan vazgeçmek için oldukça kötü durumda olmak lazım.

SORU: "Fade to Black" sonrası çıkan genç intiharları tartışmaları konusundaki ironi senin hiçbir öğüt vermeden olayı sadece gördüğün gibi tanımlaman: Eğer kendinizi öldürmeye karar verirseniz, işte bunları yaşayacaksınız.

J: Kesinlikle insanlara nasıl yaşayacaklarını söylemek istemem. İlk günden beri dedik, "Kendin düşün." Eğer birisi başka birini takip edecek kadar aptalsa, kendi suçudur. Rol model olduğunuz zaman, sorumluluk alırsınız ve yaratıcı yanınızı kaybedersiniz. İnsanların sizin hakkınızda düşündükleri konusunda endişelenirsiniz. Neden insanların düşündüklerini umursayayım ki?

Kendinize dürüst olmanız, ne hissediyorsanız yazmanız gerekir. İnsanlar yapmacıklık dolu olduğunuzu görünce, iş biter. Dinleyicilerimizi fazla kandıramayız.


SORU: Hiç tutuklandın mı?

J: Hakettiğim kadar çok değil [gülüyor]. Evet, birkaç kez. Önemli birşey değil. Biri San Francisco'da, striptiz klüpleri ve rock klüplerinin olduğu bir yerdeydi. Gençler bütün gece dışarıda takılıyorlardı. Sokağa çıkma yasağı koydular, ben gitmeyi reddettim, ve tutukladılar. Samhain konseriydi ve ben onların şoförü olduğumu söylemiştim. Kelepçe taktılar, karakola götürüp bıraktılar. Orada Lars'ı görmüştüm. O da tutuklanmıştı.

Bir kere de Lonrda'da, kamu malına zarar vermekten tutuklandım. Sarhoştuk. Bir sinema salonunu dağıtmıştık.


SORU: Filmi mi beğenmediniz?

J: Filmi seyrettiğimizi sanmıyorum. Yukarı tırmanıp ışıkları tekmeleyerek insanların üzerine düşürdük. Sarhoş olduğumuzda yapmak zorunda olduğumuz birkaç şeyden biriydi işte.

SORU: Geçen gece sahne arkasında içkiyi azalttığından bahsetmiştin. Fakat seksenlerin ortalarında Metallica alkol tüketimi konusunda ün kazanmıştı. Hatta Alcohollica takma adıyla anılıyordunuz.

J: Başlangıçta içmenin bana birçok şeyi unutturduğunu düşünüyorum. Sonra eğlence halini aldı. Metallica'nın başladığı zamanlar Schnapps modaydı. Her gece 50 cl Schnapps içerdik. Bu sayede daha da hızlanıyorduk bence. Nasıl duyulduğunu pek bilmiyorduk, ama iyi hissediyorduk.

SORU:Alcohollica ismi nereden çıktı?

J: İlk defa bir çocuğun evde kendi yaptığı bir t-shirt üzerinde görmüştüm bunu. Kill'Em All albüm kapağı vardı, Metallica yerine Alcohollica, Kill'Em All yerine de Drank 'Em All (Hepsini İçtim) yazıyordu. Çekiç ve kan yerine de, dökülen bir vodka şişesi vardı. Çok hoşumuza gitmişti. Kendimize de böyle t-shirtler yaptırdık.

SORU: Neden içkiyi azaltma kararı aldın?

J: Akşamdan kalma potansiyelim tükendi artık. Uyanınca pek iyi hissetmiyordum ve konsere çıkmayı istemiyordum. Başkalarını bırak, en azından kendim için daha iyi çalmak adına bir sorumluluk hissetmeye başladım.

SORU: Peki azaltmak derken neyi kastediyorsun?

J: Fazla içmek yok. Jagermeister hakikaten beni öldürdü. Ağzıma sıçtı, kesinlikle. Ben ve arkadaşım Jim Martin (Faith No More), Doktorlar olarak bilinirdik. Ben Doktor H., o Doktor M. İnsanlara bu ilacı yazardık; Jagermeister öksürük şurubuydu. "Bir sorun mu var? Doktorlar'a görünmelisin!" Oturup birkaç tek atıp herkesi iyileştirirdik. Galiba ben kendi ilacımdan biraz fazla almışım. Fazla iyileştim [gülüyor].

En son grup olarak topluca içmemiz birkaç gün önceydi. Sen kaçırdın. Uçakta poker oynuyorduk, içiyorduk ve ilk Iron Maiden CD'sini dinliyorduk. Uzun zamandır dinlememiştik; bir sürü anıyı canlandırdı. Kontrolden çıkmaya başladık, güreştik, uçağı biraz dağıttık. Sonra indik, ve durum iyice kötüleşti. Kendimizden geçmiştik. Pilotlar "Tanrım, bizi işe alan nazik profesyonel gençlere ne oldu?" der gibi bakıyorlardı.


SORU: Geçen sene İngiliz 'New Musical Express''te rap müziği "ekstra-siyah" olarak tanımladın ve "hep ben ben ben ve benim adım bu şarkıda" olduğunu söyledin. Bu konuda ne söyleyeceksin?
J: Oldukça fazla "Ben buyum, ben bunu yapıyorum, benimle bunu yapmalısın" var. Bana göre değil. Bazıları, mesela Body Count, dinleyicimizin hoşuna gidiyor çünkü agresif. O özelliğini seviyorum. Ama "Cop Killer" olayı, beyazı öldür - yani, ne saçmalıyorsun? Anlamıyorum.

Bir kısmı bence sadece şok etkisi yaratmak istiyor. Dikkat çekmek istiyorlar. Death metali hatırlatıyor biraz, Slayer'ın Şeytan olaylarını. Sokağa fırlayıp polisleri vurmak falan. İyi ki kimse böyle bir şey yapmıyor.

İnsanlar seviyor, tamam, güzel. Benim hoşuma gitmiyor.


SORU: "Don't Tread on Me" için birçok tepki aldınız, milliyetçi ve savaş yanlısı bir şarkı olarak eleştirildi, özellikle "One"da savaşın korkunç yönleri hakkında yazdıklarından sonra. Tam olarak ne taraftasınız?

J: Hiçbir zaman kendimizi savaş karşıtı bir grup olarak tanımlamadık. Hiçbir şeyin karşıtı veya yanlısı olmadık. "...And Justice for All" döneminde politik bir grup olarak algılandık, ve bu bizi gerçekten korkuttu, çünkü bu bizim daima üzerinde durmak istediğimiz konu değil. Düşünecek başka şeylerimiz var. "Don't Tread on Me" Devrim Savaşı'nda ordudaki insanların sözlerinden alıntılardan oluşuyordu. Kendimden fazla şey katmadım. Bir bayrak, bir yılan ve bir sembol hakkında. Nereli olduğunla gurur duymanın hiçbir yanlış tarafı yok. Şarkıda milliyetçilik var, evet.

SORU: Politik olarak kendini nasıl tanımlarsın? Menajerlerinizden biri senin özgürlükçü olduğunu söyledi.

J: İzm'lerin ne olduklarını bilmem. Hiçbir politik partiye uymuyorum. Birçok konuda oldukça muhafazakar sayılırım. Bu yeni vergi olayı bana mantıklı gelmiyor. Amacın ne olduğunu bilmiyorum. Orta sınıftaki insanlar için büyük dert. Ama kürtajın yasaklanmasından yana değilim. Hayatı başladığı yerde sonlandırmak hakkında konuşan o insanlar - dünyada zaten bir sürü istenmeyen çocuk var. Şu kürtaj karşıtları onlardan bazılarını evlat edinirler miydi acaba?

Bu boktan gezegende çok fazla insan var. Doğayı seviyorum. Vahşiliği seviyorum, ve artık pek fazla vahşilik kalmadı. Bu, insanlardan nefret etmeme neden oluyor. Hayvanlar birbirlerine yalan söylemezler. Aralarında bir masumiyet vardır. Ve onlara tecavüz ediyorlar.


SORU: Yalnızlığı seviyor musun?

J: Bazen. Bazen yalnız olmaktan nefret ediyorum. Çoğu zaman kendime güvenim tamdır. Ama herkes gibi, beyin hücrelerimin çalışıp çalışmadığı konusunda ikinci bir fikre ihtiyacım olan zamanlar oluyor.

SORU: İkinci bir fikir için kime gidersin?

J: Turnede biri var, turne menajerlerinden biri. İnsanların zihinlerini ve nasıl çalıştıklarını anlamak için psikoloji veya sosyoloji dersi almış mı bilmiyorum, ama ben ilk izlenimler konusunda oldukça kötüyüm ve o anında bir şeyler yakalayabiliyor. Beni çok iyi tanıyor. Rahatça konuşabildiğim bir kız arkadaşım da var. Ama bazen sadece başka bir erkeğin fikrine ihtiyacım oluyor.

Herkesin buna ihtiyacı olur. Kim olursa olsun. Turnedeyken öyle her istediğinle konuşamazsın. Turne tayfası "Dünya Dönerken, Metallica pembe dizisi" gibidir. Biri bir şey keşfetti mi, hemen patlar. "Şuna şöyle olmuş duydun mu?" Turne çalışanları sıkılır. Acımazlar. Ama aslında onları suçlayamazsın. Zaman geçirmek için bir şeyler gerek.

Çoğu zaman içime bakmaya çalışıyorum. Derinlerdeki hislerime ulaşmaya. Ama bazen güven verici bir onaylamaya ihtiyacım oluyor. Herkes akıl sağlığını sorgular, büyük ihtimalle ben herkesten daha fazla yapıyorum. Çünkü bu yaşam tarzı normal değil. Buna hiç şüphe yok.


SORU: Bir gün Metallica işi bitseydi, ne yapardın?

J: Eve giderdim. Beste yapardım. [Duraksıyor] Kesinlikle Metallica devam ederdi, herhalde etmesi gerekenden de fazla [gülüyor]. Bu işi yapmayı seviyoruz. İstek duruyorsa, bırakamazsın. Blue Oyster Cult, Kiss gibi gruplar - niye hala çalıyorlar ki? Çünkü çalmayı seviyorlar. Neden aksi olsun ki? "Bence, bu albümden sonra bırakmalılardı, zirvedeyken." Siktir. Bu müzik işi. Popülarite değil. Birlikte olma ve beste yapma isteği sürdükçe, birlikte olacağız.

Birlikte olmasak ne yapardık bilmiyorum. Korkutucu bir düşünce. Bu bir aile.


SORU: Ama ya içinizdeki ateş sönerse? Neredeyse otuz yaşındasınız, hayal ettiğinizden fazla para kazanıyorsunuz. Sizi kızdıracak ne kaldı ki? Gençler ne kadar harika zaman geçirdiğiniz hakkında şarkılar söylemeni istemezler.

J: "Kanepe çok rahat, yeah." Kimse bunu dinlemek istemez, ve dinlemeyecekler de. Daima bizi rahatsız eden şeyler olacaktır. Ve onları yazacağız. On altı yaşındaki bir çocuğu ilgilendirmeyebilir. Sürekli "Kafanı sahneye vur" yazmayacağım. Dinleyicimiz de bizimle birlikte büyüyor. Şarkı sözleri artık sadece Amerikan gençliğiyle ilgili değil. Artık hissettiklerimle ilgili. Yarın hissedeceklerim çok farklı olabilir.

Ayrıca şu da var, biri "Sinirlensen iyi olur yoksa iyi bir albüm çıkartamazsın" diyorsa - bu bile beni sinirlendiriyor.




Kaynak:Rollıng Stone Dergisi - 15 Nisan 1993
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
James Hetfield Roportaj-Don't Tread On Me..
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Metallica Slipknot Evanescence Korn  :: Metallica Fanları :: Röportajlar-
Buraya geçin: